Çocuğunuz, bebeklikten çocukluğa geçtiğinde onun gerçekten mutlu olup olmadığını nasıl anlarsınız? Bebekken dış dünyaya verdiği tepkiler çok daha basit ve anlaşılır olan çocuklar, 2-3 yaşından itibaren yaşadıkları duygusal gelişmeyle sizi şaşırtacak davranışlarda bulunmaya başlıyor. O davranışları doğru yorumlayabilmek için kendinizi eğitmeniz ya da biraz destek almanız gerekebilir.
Oğlumuz Efe büyüdükçe davranışları, duygusal tepkileri ve iletişimi de farklılaşıyor. Ana okulunda geçirdiği zaman, okulda ve ev dışında bulunduğu sosyal ortamlar ve seyrettiği çizgi filmler artık onu duygusal olarak daha fazla etkiliyor. Gün geçtikçe daha karışık duygulara sahip olmaya başlayan Efe, diğer taraftan onları kontrol etmeyi de öğreniyor. Zaman zaman duygularını kontrol edebiliyor olması bizim onun duygu durumunu anlamamızı zorlaştırıyor. Verdiği tepkilerle duygu durumu birebir örtüşmediği için artık onu mutlu eden ya da üzen şeyleri belirlemek eskisi kadar kolay değil.
Genellikle çocuğunuz gülümsüyor, oyun oynuyor, merak gösteriyor, diğer çocuklarla sosyalleşiyorsa ve sürekli uyarılmaya ihtiyaç duymuyorsa, çocuğunuzun mutlu olduğunu söyleyebilirsiniz. Bunun tersi durumlarda da mesela içine kapanık, sessiz, iştahsızsa, oyun oynamıyor, soru sormuyorsa bunlar onun mutsuz olduğu anlamına gelebilir. Tabii doğuştan utangaç ve içe dönük bir mizacı varsa o da ayrı bir konu. Ancak yine de karamsarlığa düşmeye ya da konunun uzmanı olmaya gerek yok. Eğer çocuğunuzun duygu durumunu anlamak istiyorsanız, her zaman söylediğim gibi ona sabır ve esneklik göstermelisiniz, onu dinlemeli ve anlamaya çalışmalısınız. Böylece çocuğunuza ömür boyu mutluluk için zemin hazırlayabilirsiniz.
Bu noktada ona mutlu olmayı öğretebilmek için bugüne kadar kendi öğrendiklerinizden farklı bir şeyi çocuklarınıza verebilmeniz gerekiyor.
Çoğumuzun genellikle benzer şekilde yetiştirilmiş olduğunu varsayarak, kendimde fark ettiğim ve üzerinde çalışıp araştırdığım bir konuyu paylaşmak istiyorum.
İnsan duygusal bir varlıktır ve duygular hisleri oluşturur. Ancak nasıl hissedeceğimizi kendimizin seçebileceğini bilmeyiz. Hepimiz duygusal bir dünyada yaşıyoruz ve çoğunlukla duygusal bir durum içinde bulunuruz. Dolayısıyla hissettiğimizi düşündüğümüz şeyler duygularımızdır.
Duygular, aslında sadece beyin tarafından salınan hormonlar ve kimyasal taşıyıcılar aracılığıyla ortaya çıkan bedensel tepkilerdir. Bu duygular bedenimiz üzerinde bir etki oluşturana kadar hislerimizi fark etmeyiz. Nabzımız hızlanana kadar korktuğumuzu, yüzümüze ateş basana kadar öfkelendiğimizi ya da midemiz kasılana kadar endişelendiğimizi fark etmeyiz. Fark ettiğimizde de fiziksel etkileri yüzünden bunun aslında zihnimiz tarafından yaratıldığını ve ona duygusal tanımını bizim verdiğimizi anlamayız.
Sonuç olarak, hissettiklerimiz beynimizin bir duyguyu algılayarak ona bir anlam yüklemesidir. Bu anlam kişisel deneyimlerimiz, inançlarımız, anılarımız ve düşüncelerimiz tarafından şekillenir. Bu sebeple doğumdan itibaren belli bir yaşa gelene kadar ailemizle ve yakın çevremizle birlikte yaşadıklarımız çok önemlidir. Aynı temel duygularla bir kişi anlamsız bir hayat yaşarken bir diğeri çok daha verimli hisler üretebilir. Bizim anlam verdiğimiz tüm duyguların kaynağı bilincimize yerleşmiş olan bir bağımlılıktır ve bu bağımlılık üzüntü, öfke ve korkudan beslenir.
Çocuklarınıza ne hissettiklerini değil nasıl hissettiklerini sorun. Hissettiklerinin altındaki temel duyguları görüp onlar ile neler yapabileceğini anlatmaya çalışın. Duyguların çoğu zaman kendimizin yaratıp hissettiğimiz şeyler olduğunu ve bir alışkanlık haline geldiklerini anlatın.
Çocuklarınıza kendi bildiklerinizden farklı bir şey öğretin. Onlara mutluluğun ve sevginin doğal olduğunu bir duygu olmadığını, duyguları kendimizin yarattığını ve değiştirebileceğimizi anlatın.
Comments